Ana Sayfa Haber “Kadın Merkezli” ve Topluluk Odaklı: Genom çalışması, antik Anadolu köyündeki yaşam tarzlarını...

“Kadın Merkezli” ve Topluluk Odaklı: Genom çalışması, antik Anadolu köyündeki yaşam tarzlarını ortaya koyuyor

Çatalhöyük Araştırma Projesi kapsamında, ODTÜ ve Hacettepe Üniversitesi’nden genetik uzmanı bir ekip tarafından yürütülen yeni bir çalışma, bugün Science dergisinde yayınlandı.

Neolitik dönem Anadolu yerleşimi Çatalhöyük üzerine yapılan yeni bir çalışma, 130 antik genomu inceleyerek, bu yerleşimde yüzyıllar içinde topluluk kurallarının nasıl değiştiğini gösteriyor. Bulgular, hane yapılarının giderek daha topluluk temelli hale geldiğini, biyolojik aile bağlarının öneminin azaldığını ve kadınları erkeklere tercih eden bazı geleneklerin sürdüğünü ortaya koyuyor.

Günümüzde çoğu insan ölülerini mezarlıklara gömüyor. Oysa antik Orta Doğu’da insanlar ölülerini evlerinin içine gömerdi. 7000 ila 9000 yıl önce iskan edilmiş, Türkiye’deki ünlü UNESCO alanı Çatalhöyük’te evlerin zeminine kazılmış mezar çukurlarında her yaştan ve cinsiyetten yüzlerce iskelet bulundu. Peki bu birlikte gömülen insanlar kimdi? Geniş aileler mi, topluluk üyeleri mi, yoksa rastgele köylüler mi? Bugün Science dergisinde yayınlanan yeni bir çalışma, bu uzun süredir tartışılan soruya antik genomlardan faydalanarak yanıt verirken ayrıca antik anaerkil toplum iddialarını da inceliyor.

Çatalhöyük Araştırma Projesi kapsamında, Ian Hodder liderliğinde, Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) ve Hacettepe Üniversitesi’nden (Ankara, Türkiye) genetik uzmanı bir ekip tarafından yürütülen arkeolog ve biyolojik antropologların iş birliği içinde yürüttüğü bu çalışmada, Neolitik döneme ait 400 iskelet analiz edildi.

ODTÜ’de doktora sonrası araştırmacı olarak bulunan ve çalışmanın eş yazarlarından Eren Yüncü “Binlerce yıldır gömülü oldukları için çoğunun kemiklerinde hiç DNA kalmamıştı, ama yine de 131’inden otantik antik DNA elde etmeyi başardık ve bu da bizi çok mutlu etti” dedi.

Çatalhöyük ilk kez 1960’larda keşfedildiğinde, büyük boyutu, canlı duvar resimleri ve baskın kadın figürleriyle büyük heyecan yaratmıştı. Bu yerleşim, dünyanın en erken tam zamanlı tarım köylerinden biri ve görünüşe göre eşitlikçi bir toplumdu. İnsanlar, üstten girilen, kerpiçten yapılmış ve birbirine bitişik evlerde yaşıyordu.

Topluluk tipi bir aile yapısı mı?

Araştırma ekibi, bu evlerdeki mezarların genetik akrabalık ilişkilerini incelediğinde beklenmedik bir durumla karşılaştı. Binaların içinde birçok akraba tespit ettiklerini ancak bu durumun zamanla değiştiğini söyleyen Yüncü şöyle devam ediyor: “Çatalhöyük’ün erken dönemlerinde mezarlara genellikle biyolojik aile üyeleri defnedilmişti. Ancak ilerleyen yüzyıllarda, aynı yapıya gömülen kişilerin çoğunlukla genetik olarak akraba olmadığı görüldü.”

Çalışmanın eş yazarı ve ODTÜ yüksek lisans öğrencisi Elifnaz Eker “Bu durumda, birlikte gömülen bu insanlar gerçekten birlikte mi yaşıyordu?” diye soruyor ve ardından ekliyor: “Gördük ki birlikte gömülen bireyler benzer beslenme biçimlerine sahipti. Dolayısıyla yaşamları boyunca birbirleriyle bağlantılı olduklarını düşünüyoruz.”

Farklı biyolojik ailelerden gelen insanların birlikte yaşayıp aynı sofra etrafında toplanmaları, günümüzde birçok kişi için alışılmadık olabilir. Genetik bağı olmayan bireylerin akraba sayılması ve ev halkının genetik bağ içermeyen üyeleri barındırmasının insan toplumlarında istisnai durumlar olmadığını belirten eş yazarlardan ve şu anda İtalya’nın Torino kentinde bulunan arkeolog/antropolog Camilla Mazzucato, şunları söylüyor: “Etnografik çalışmalar, koruyucu ailelik ve evlat edinme gibi uygulamaların dünya genelinde birçok toplumda yaygın olduğunu açıkça göstermektedir.” Araştırma ekibi, bu tür uygulamaların topluluk bağlarını güçlendirmeye katkı sağlamış olabileceğini öne sürüyor.

Anaerkillikler ve ataerkillikler

Çatalhöyük, aynı zamanda kadın heykelcikleriyle de tanınıyor. Dolgun vücutlara ve hâkim pozlara sahip bu heykelcikler, bölgedeki Neolitik toplumların anaerkil yapıda olduğuna dair teorilere yön verdi. Ancak Mazzucato’ya göre, “Figürinlerin ötesinde kadınların merkezi rollerine dair net bir kanıt bulunamadığından bu iddialar spekülatif seviyede kaldı.”

Buna karşılık, son yıllarda MÖ 7000 ila 3000 yılları arasındaki Neolitik ve Tunç Çağı Avrupa toplumlarında erkek merkezli uygulamalara dair birçok bulgu ortaya çıktı. ODTÜ yüksek lisans öğrencisi ve çalışmanın eş yazarı Muhammed Sıddık Kılıç bu durumu şöyle açıklıyor: “Seçkin mezarların çoğu erkeklere ait. Bazı köylerde erkek çocuklara daha fazla et veriliyordu. Şimdi ise, arkeogenetik çalışmalar bu toplumların çoğunlukla patrilokal (erkeğin yerel kaldığı) olduğunu gösteriyor. Erkekler köyde kalırken kadınlar başka topluluklara gidiyordu.”

Çatalhöyük evlerinde annelik bağlantıları

Araştırma ekibi, Çatalhöyük’te de benzer şekilde patrilokal bir yapının olup olmadığını test ettiğinde şaşırtıcı sonuçlarla karşılaştı. “Veri setimizde kadın ve erkek sayıları birbirine yakındı” diyor Kılıç. “Ancak binalar içindeki genetik bağlantılar kadınlar üzerinden ilerliyordu. Yani bireyler genellikle anneleri aracılığıyla birbirine bağlıydı.”

“Bunun sonucunda, yetişkinliğe ulaşıldığında kadınların evde kalma eğiliminde olduğu, erkeklerin ise evden ayrıldığı sonucuna vardık. Bu durum Avrupa’daki örneklerin tam tersidir” diye ekliyor Yüncü.

Kız çocuklarına hediyeler

Araştırma ekibi, bebek ve çocuk mezarlarında bulunan mezar eşyalarını incelediğinde bir başka çarpıcı bulguya ulaştı. ODTÜ’de doktora çalışmalarını sürdüren Ayça Doğu, “Daha önceki çalışmalar, kadınların mı yoksa erkeklerin mi daha fazla mezar eşyasıyla gömüldüğünü araştırmıştı, ancak belirgin bir fark ortaya çıkmamıştı” diyor ve ekliyor: “Ancak o dönem çocuk mezarlarında bu analiz yapılamıyordu çünkü iskelet yapısına bakarak bir çocuğun cinsiyetini belirlemek mümkün değildi. Oysa genetik verilerle bu işlem oldukça kolay.”

Çalışmayı sürdürürken ikiz bebek annesi olan Doğu, boncuk ve bilezikler, kâseler ve sepetler, boya pigmentleri ve taş bıçaklar gibi mezar eşyalarının dağılım sıklığını araştırdı. “Sonuçlar bizi şaşkına çevirdi. Kız bebeklerin erkeklere kıyasla beş kat daha fazla mezar eşyasıyla gömüldüğünü gördük. Kimse böyle bir fark beklemiyordu.” Bu dağılım, Çatalhöyük’te yüzyıllarca süren yerleşim dönemi boyunca tutarlı bir şekilde gözlemlendi.

Değişim için yoğun emek

Araştırma ekibine göre elde edilen bulgular, Çatalhöyük topluluğunda kadın odaklı birçok uygulamanın varlığına işaret ediyor. Görünümü baskın olan kadın figürinleri de bu çerçevede değerlendirilebilir. ODTÜ’de yüksek lisans çalışmalarını sürdüren Merve Nur Güler, “Sadece bu verilere dayanarak Çatalhöyük’ü bir anaerkil toplum olarak niteleyebilir miyiz, emin değilim” diyor ve şöyle devam ediyor: “Ancak gördüğümüz şey, kesinlikle Anadolu kökenli Avrupa Neolitiği’ne kıyasla oldukça farklı çünkü orada erkek merkezli bir yapı daha baskın.”

Bu çalışma, Türkiye ve 10 farklı ülkeden toplam 47 genetikçi, arkeolog ve biyolojik antropoloğun katkısıyla, 12 yıla yayılan uzun soluklu bir sürecin ürünü. ODTÜ’de doktora sonrası araştırmacı olarak bulunan, proje ekibi üyelerinden Damla Kaptan, örneklerin işlenmesinde harcanan yoğun emeğe dikkat çekiyor. “Eğer laboratuvarda bir robotunuz yoksa, 400 iskeletin işlenmesi ciddi bir manuel çalışma anlamına geliyor” diyor ve ekliyor: “Ama buna değdi. Öncelikle, Türkiye’de de en ileri düzeyde bilimsel araştırmaların yapılabileceğini göstermek memnuniyet vericiydi. Ayrıca, geçmişte toplumsal ilişkilerin ne kadar çeşitli olabileceğini – bazen hiç beklemediğimiz şekillerde – ortaya koymak da oldukça heyecan vericiydi. Umuyoruz ki bu çalışma, günümüz toplumlarının değişmez olduğu yanılgısını sorgulamaya katkı sağlar.”

Makaleye buradan ulaşılabilir.

Önceki İçerikODTÜ, QS 2026 Dünya Üniversiteleri Sıralaması’nda 269’uncu oldu
Sonraki İçerikFikirler insanlardan daha uzağa ulaştığında