Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Hacettepe Üniversitesi araştırmacılarının baş yazarlar oldukları makale Current Biology dergisinde yayımlandı.
İsveç, Yunanistan, Gürcistan, Azerbaycan, Almanya ve ABD gibi farklı ülkelerden genetikçi, antropolog ve arkeologlardan oluşan 55 araştırmacının da yer aldığı çalışma; Anadolu ve Doğu Akdeniz’de son 10 bin yıldaki insan hareketliliğinin zamanla nasıl değiştiğini gösteriyor.
TÜBİTAK ve Avrupa Araştırma Konseyi (ERC) gibi çeşitli araştırma fonları tarafından desteklenen çalışma; insan hareketliliğinin tarımla birlikte arttığı bilgisini doğrulamanın yanı sıra, bu hareketliliğinin zaman içindeki örüntülerinin nasıl değiştiğine dair yeni bilgilere de yer veriyor. Çalışma, son birkaç bin yıl içinde sınıflı toplumların gelişmesi ve hiyerarşinin artmasına paralel olarak insan hareketliliğinde toplumsal cinsiyet rollerinin de farklılaştığını ortaya koyuyor.
Antik DNA, Anadolu ve Doğu Akdeniz’de son 10 bin yıldaki insan hareketliliğinin zamanla nasıl değiştiğini gösterdi
Anadolu kıtalar arasında bir köprü olarak tanımlanır. ODTÜ ve Hacettepe Üniversitesi’nden araştırmacılar bugün Current Biology dergisinde yayımladıkları çalışmada, bu köprüden kimlerin geçtiğini ve geçenlerin bıraktıkları izleri antik genomlarla inceledi.
Genetikçi, antropolog ve arkeologlardan oluşan araştırmacılar, Güneybatı Asya ve Doğu Akdeniz’de insan hareketliliğinin son 10 bin yıl içinde, yani tarımın icadından beri nasıl değiştiğini antik genomlar kullanarak araştırdılar.
Çalışma kapsamında Anadolu, Yunanistan, Gürcistan, Azerbaycan ve İran’dan 35 yeni antik genom üretildi. Anadolu’dan en eski genomlar Kapadokya’da yer alan ve 9 bin yıl öncesine tarihlenen Musular’dan (Aksaray) geliyor. Musular genomlarının yanı sıra Ulucak (İzmir), Çine-Tepecik (Aydın), Boğazköy/Hattuşaş (Çorum) ve Gordion (Ankara) gibi tarihsel yerleşimlerden Tunç Çağı, Helenistik Dönem, Roma ve Osmanlı dönemlerine ait toplam 10 bireye ait genom verisi üretildi. Yeni veriler Anadolu’nun geçmiş genetik çeşitliliğini daha iyi anlamamızı sağladı.
Veriyi analiz eden araştırmacılar, Anadolu’da genetik çeşitliliğin son 10 bin yıl boyunca sürekli arttığını buldular. Bu değişimin sebebi farklı genetik arka planlara sahip toplulukların dönem dönem Anadolu’ya gelerek yerlilerle karışmış olması. Bir diğer deyişle bugün olduğu gibi geçmişte de bölgemiz sürekli göç almış. Aynı şekilde Yunanistan, İran, Güney Kafkasya ve Levant gibi bölgeleri de inceleyen ekip, bu bölgelerde de genetik çeşitliliğin sürekli arttığını ve bu bölgelerin de aynı şekilde göç aldığını buldu.
Araştırmacılar veriyi daha ayrıntılı analiz ettiklerinde ise, Neolitik dönem ve hemen sonrasında (10 ila 6 bin yıl öncesi arasında) gerçekleşen genetik karışımların, Güneybatı Asya ve Doğu Akdeniz’deki bölgelerin arasında olduğunu gördüler. Örneğin Anadolu’nun Kafkasya, İran ve Levant bölgesinden göç aldığını ve bunun yanında Yunanistan, Kafkasya, İran ve Levant’a da göç verdiğini gözlemlediler. Yazarlar bu sonucu, Güneybatı Asya’nın farklı bölgelerinde tarım kültürü birbirinden bağımsız gelişirken, bölge toplumlarının da birbirlerine karıştıkları şeklinde yorumluyorlar.
Çalışma hakkında bilgi veren makalenin ilk yazarı Dilek Koptekin, İnsan hareketliliğinin tarımla birlikte arttığı bilgisini doğrulamanın yanı sıra, bu hareketliliğinin zaman içindeki örüntülerinin nasıl değiştiğine dair yeni bilgiler edindiklerini söyledi. Koptekin, “Hareketlilik, Holosen’in ilk yarısında Güneybatı Asya içinde gerçekleşirken, son 6 bin yıl içinde, Tunç Çağı’yla birlikte daha uzak bölgelerden göçmenler bu bölgeye gelmişler” dedi.
Bu yıl ODTÜ Enformatik Enstitüsü’nde doktorasını tamamlayan Koptekin, bu sonucu “genişleyen hareketlilik modeli” diye adlandırdıklarını belirtti. “Uzak bölgeler arasında hareketliliğin artmasının gerisinde teknolojik ve sosyal pek çok sebep yatıyor olmalı” diyen Koptekin, şöyle devam etti: “Dört bin yıl önce atlar evcilleştirildi, tekerlek kullanılmaya başlandı, yeni gemicilik yöntemleri geliştirildi. Bu sayede uzun mesafeli insan hareketliliği kolaylaştı. Ayrıca uzak bölgeler arasında ticaret yolları kuruldu. Yine devletlerin ve orduların kuruluşu da geniş mesafeli hareketliliği artırmış olabilir.”
Çalışmanın yazarlarından Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nden Ezgi Altınışık, bu tip geniş ölçekli hareketliliğe örnek olarak Anadolu’nun gen havuzuna Orta Asya’dan son bin yıl içinde yaşanan katkıyı gösterdi. Nitekim geçen yıl PNAS dergisinde yayımlanan bir genetik çalışmanın bulgularına göre, günümüz Anadolu insanlarının atalarının yaklaşık %10’u Orta Asya’dan gelen Türki gruplardan oluşuyor.
Çalışmanın danışmanlarından olan, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nden Füsun Özer, antik DNA bulgularına bakılırsa Anadolu’da olduğu gibi diğer bölgelerde de göçmenlerin yerlilerle karışmasının yaygın olduğunu, dolayısıyla toplulukların tarihinde devamlılığın baskın olduğunu söyledi. Özer, “Çoğu göç olayında bir bölgeye dışarıdan göç edenler, yerli nüfusun azalmasına ya da yok olmasına sebep olmamış, aksine onlarla karışmış. Göçü takiben bir bölgenin yerlilerinin yok olması nadir bir durum. Hatta Anadolu’nun son 10 bin yıllık tarihinde buna şimdilik net bir örnek yok. Göç ve karışma durmaksızın, bir hızlanıp bir yavaşlayarak devam etmiş. Sonuçta genetik çeşitlilik sürekli artmış” dedi.
Çalışmada yer alan bir diğer danışman, ODTÜ Biyolojik Bilimler Bölümü’nden Mehmet Somel ise “Kanımca en yeni sonucumuz insan hareketliliğinin cinsiyet rolleriyle ilişkisi” diye konuştu. Somel, son 10 bin yıl içinde gözlemlenen hareketlilikte erkek katkısının göreli olarak arttığını, kadın katkısının ise azaldığını gözlemlediklerini söyledi.
Somel’e göre bu bulgular, ya erkeklerin göç süreçlerinde rolünün arttığı ya da kadınların rolünün azaldığı şeklinde yorumlanabilir. Somel, sözlerine şöyle devam etti: “Bunun sebebi savaşlar mı, uzak bölgelerle ticaret mi ya da başka göç süreçleri mi bilmiyoruz. Sonuçlarımız, son birkaç bin yıl içinde sınıflı toplumların gelişmesi ve hiyerarşinin artmasına paralel olarak insan hareketliliğinde toplumsal cinsiyet rollerinin de farklılaştığını ima ediyor. Tabii bize hep bugünkü gibi olmadığımızı da hatırlatıyor”.
Makalede Ankara ekibinin öncülüğünde İsveç, Yunanistan, Gürcistan, Azerbaycan, Almanya ve ABD gibi farklı ülkelerden 55 bilim insanı yer alıyor. Çalışma TÜBİTAK ve Avrupa Araştırma Konseyi (ERC) gibi çeşitli araştırma fonları tarafından desteklendi.